İnsanoğlunun İlk İşi

Bilgiişlem İlmihali Semineri – Tahsin Yılmaz, Üsküdar, 14 Eylül 2011

I. “İnsanoğlunun ilk işi bilgisini işlemektir”

A. İLK’lik

Bu hüküm cümlemiz ister istemez, dikkatlerimizi ‘ilk’ mefhumuna yönlendiriyor. İlk insan, ilk iş, ilk bilgi. Ve peşinden bir mânâ olarak insanı ve o mânâya beden olan insanı düşünmeye zorluyor kişiyi. Latif olan yani bütün cismanî ve maddî olan şeylerden soyunuk, mutlak kendi olarak insan hakkında bir başlangıç bilgisi teşhis etme ihtiyacı duyuruyor hemen. Yine aynı sıra bütün diğer şeylerle giyinik, şahsen kendi olarak insan hakkında bir başlangıç bilgisi teşhis etme ihtiyacı duyuyoruz. Elimizde bir “var-insan” ve bir de “can-insan” var.

Bu konuda düşünmemize referans edinebilinir, latif âlem ile hâdis âlem hakkında zihnen intikal edişimize karine sayılabilinir bize ulaşmış ilkin bilgi kaynaklarından ne var elimizde diye baktığımızda; efsaneler, destanlar ve kutsal metinleri buluyoruz. O metinler can-insan bilgisi yani beşer bilgisi olarak kayıtlı oldukları yerde duruyorlar. Zabta geçirildikleri gibi öylece korunduklarına ilişkin güven yoklamamız ne kadar sağlıklı ise o kuvvette ‘ilkin bilgi’ sayıyoruz onları. Bir de bugünkü insan, bugüne henüz ermediği günü yaşamakta olan dünkü insan ve şimdiki günün insanının bilgisi dışında yarınki günü yaşayan gelecek günkü insan… yani “şu günkü insanın” akıl yürüterek bulup ‘ilkin bilgi’ saydığı bilgi var.

B. DEVAM’lılık

İster naklî ister keşfî olsun; sıra-düzen ilerletip herhangi önceye sebeplerle bağlayarak bildiğimiz bir yerde ve bir yerde de herhangi seyr ü süluka mecbur değilken bildiğimiz var elimizde. Bilginin ister ‘varlığımızın kendisiyle sabit’ olduğunu ister ‘varoluşumuzun bir parçası’ olduğunu kabul edelim; bilgi dikilmek gibidir, aydınlık gibidir, karanlık gibidir, görüş gibidir, sıcaklık gibidir, soğukluk gibidir. Bilgi, yataktan kalktığımızda hissettiğimiz dirilik gibidir, körlük gibidir. Bilgi, uyuyuş gibidir, uyanıklık gibidir, sertlik gibidir, yumuşaklık gibidir, acılık gibidir, tatlılık gibidir, ekşilik gibidir. Dönüş gibi değildir ama. Düşüş yahut yükseliş gibi değildir. Çürüyüş gibi değil fakat çürüklük gibidir. Kuruyuş değil kuruluk gibidir. Yaşlanış değil yaşlık gibidir.

Bilginin ne şey olduğunu, onu anlatmaktaki güçlüğü açıklayabildiğimizde öğrenebiliriz. O, bir önceye irca edilmeye zorunlu olmayan ‘devamlı’ birşeydir. Öğrenmek anlamındaki bilişimizin zeminidir. Hep oradadır. Bilinenin adı sayesinde bilişimize dâhil olandır. Bilişimiz esnasında zihnimizde oluşandır. Halin bilinenidir. Olayın ve olanın bilinenidir.

Tam da bu noktada naklin ve keşfin birbirine sıhhatlice örtüştüğünü gördüğümüz bir referansı dikkatlerinize sunabilirim: Kur’an-ı Kerim’de “biz Âdem’e eşyanın isimlerini öğrettik” ayeti var. Çok manidar. Bir de “bildiklerinizle amel ettiğiniz sürece, size, bilmediklerinizi öğretiriz” ayeti.

C. BİLDİĞİMİZ VE BİLİŞİMİZ

İnsanoğlunun ilk işinin bilgiyi işlemek olduğu hükmümüzü muayene etmek için, doğal olarak, can-insanın ve dolayısıyla beşerin bildiğine ve bilişine dair ilk örnekleri incelememiz gerekiyor. Birşeyin ne işe yaradığını veya ne yaptığını, neye dönüştüğünü anlamamız, o şeydeki hareketin veya o şeyden sadır olan herhangi şeyin sebeplerini-sonuçlarını görmemize, etkisine maruz kalmamıza mı bağlıdır? O şey vesilesiyle gözlemlediğimiz o şeydeki hareket, devinim yahut atalet sayesinde o şeyin ne olduğunu anlamaya mecbur-mahkûm değiliz. Tecrübemiz sayesinde öğrenmemiz şart değildir yani. Anlamak melekemizin farkındayızdır da o sayede birşeyin ne olduğunu öğreniriz. Çünkü o şeyde gözlemlenen hareketin veya ataletin dışında, ama o hali kapsayan bir ilksellik ve devamlılık, birşeyin ne olduğunu anlamak melekemizi farketmemizi sağlıyor.

Bir bebeği gözünüz önüne getiriniz. Hiç kimse ona öğretmediği halde; birkaç aylık olduğu zaman sese doğru yüzünü dönmeyi, yüzüstü-sırtüstü dönmeyi, dört elli ilerlemeyi, oturmayı bildiğini gözlemleriz. Bir başkasından daha önce ele geçirmek için hızlıca emeklemesi gerektiğini bildiğini gözlemleriz. İki yaşına gelirken konuştuğunu gözlemleriz. Dengeyi, yanaşmayı, uzaklaşmayı, atmayı, tutmayı bildiğini gözlemleriz. Öğrenebildiğini gözlemleriz.

Bildiklerimiz var ve bir bilişimiz de var. Durduk yere oluşmadığına pek bir güvenebileceğimiz bilişimiz, hiç durmuyor aynı zamanda. Bilginin özelliği olan devamlılığını, bilişimizin hiç durmaksızın işleyişinde bir kere daha teşhis edebiliyoruz çünkü. Şu halde bilgiyi işlemek beşerin hem ilk yaptığı iştir hem hiç durmaksızın yaptığı bir iştir diye tesbit edebiliriz.

D. ALET

Bilginin işlenmesinin nihayetsizliğini, o işleyişten çıkanların neredeyse nihayetsizliği sadedinde açıklamak imkânımız var. Öyle ki, bugün vasatı aşmayan ve âlemşümul olanıyla sınırlandırılmış bile olsa beşeriyetin “bilgiyi işlemek tarihini okumak” bir insan ömrüne sığmayacak hacimdedir. Tecrübe etmek isteyen mesela patent sicillerini okumayı deneyebilir.

Mesela çekiçlerimiz, keserlerimiz, testerelerimiz. Marangozun, inşaat kalıpçısının, dülgerin, keserleri birbirlerinden farklıdır. Camcının, madencinin, taşçının, demircinin çekiçleri birlerinden farklıdır. Marangozun ve ormancının testereleri birbirlerinden farklıdır. Oysa adlandırılması aynıdır. Farkları, her birinin tatbik edildikleri maddelerin, tatbikat yerlerinin, sebeplerinin farklı farklı olmasındandır. Sıhhiyenin makası, terzinin makası, tenekecinin makası bir diğerinden farklıdır. Pabuçlarımız farklıdır; koşan adamın pabucu, salon adamının pabucu, çöp toplayan adamın pabucu, hafriyat amelesinin pabucu, davar güden adamın pabucu, direğe çıkan adamın pabucu, ağaca çıkan adamın pabucu hep farklıdırlar. Kaynakçının gözlüğü, doğramacının gözlüğü, kayakçının gözlüğü hep hep farklıdır. Marangozun kalemiyle öğretmenin kalemi ve kâtibin kalemi ressamın kalemi farklıdır birbirinden. Boyacıların fırçaları boyadıkları şeye göre çeşit çeşittir. Ressamın ıspatulası ile sıvacının ıspatulası farklıdır. Süvarinin ve piyadenin kılıcı, piyadenin ve süvarinin yayı aynı değildir. Kasabın satırı ile celladın satırı bir olmaz. Oduncunun baltası ve ormancının baltası aynı olmaz.

Mesela bağlama elemanlarını hatırlayalım. Tahtayı tahtaya bağlama yöntemi ile metali metale bağlama yöntemi farklıdırlar. Taşı taşa bağlama, kumaşı kumaşa bağlama hep farklıdırlar.

Bunların hepsi birer bilgiişlem çabası sonunda hem tedbir hem tesbit mevkiine gelmiş şeylerdir. Yapma bilgisinin işletilmesi ve çalışma bilgisinin işletilmesi hem yöntem hem araç bilgisi doğuruyor yani. Mesela o yöntem ve araç bilgisi birbirine katışarak makine bilgisi doğuruyor. Bu katıştırma emeli yapma ve çalışma bilgisinin kendiliğinden işleyen küçük düzenekleri yapma bilgisini doğuruyor. Cihazlar geliyor sırada. Onlar da iş edinilmiş bir faaliyeti; bir başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar adım adım bir dizi küçük işten oluşan döngü halinde, hem sürekli hem kararlı surette, bir dış etkene en az ihtiyaç duyarak veya hiç ihtiyaç duymayarak kendiliğinden işler kılıyor. Saatler, tulumbalar, teraziler, değirmenler, körükler, kilitler, matkaplar, arabalar, çıkrıklar böyledirler mesela. Bu alet ve cihazlar, bilgiyi işlemenin sonuçları olmakla beraber bilgiyi işlemenin araçlarıdırlar da. Zira o araçlar başka araçların geliştirilmesinde işe yarayan birer işlenecek bilgiyi yayarlar etraflarına. Kalemi gözünüz önüne getiriniz. Matbaa makinasını gözünüz önüne getiriniz. Araçlarımızın tekâmülü, onların, hem bilgiişlemin aracı hem sonucu olduklarının karinesidir.

Hangi faaliyetin sanat hangisinin bilim hangisinin meslek olduğunun tasnifiyle bir uzmanlaşma ayırımı yapılması da bilginin işlenmesindeki başarının sonucudur: Bilgiyi işlemenin sonucudurlar. Nesneler ve maddeler bilgisinin çalışma bilgisi ve yapma bilgisine yataklık etmesiyle kalınmıyor bilginin işlenmesi sergüzeştinde. Kullanma bilgisinin yayılması, aktarılması ihtiyacı görmezden gelinemez büyüklüğe ve derinliğe ulaşınca gayet doğal olarak; bilginin işlenmesi sergüzeşti, -şimdi saymacasına girişmeyelim ama- birçok sebeple bazı çıkmazlara düşmekle süren bir birikimdir. O tür çıkmazlardan korunmayı temin edemeyecek kadar hacmi artan bilginin öğrenilmesi ve öğretilmesi gerçeği, kişilerin yalnız başlarına öğrenmelerinin veyahut bir işlikte çalışanların üzerlerine yıkılan öğrenmelerinin zorluğu o öğretme bilgisi başlığında toparlanır bir bilişi doğuracaktı haliyle. Öğretme bilgisinin imkânı da faaliyete münhasır o derlemelerin zabtıyla edinilebilecektir. Hemen sırası gelmişken ifade edelim ki, bilgiyi işlemek işi öğretme işiyle teyze çocuğudurlar. Bu istihareyi yapıyorum, çünkü yapma bilgisinin, çalışma bilgisinin, kullanma bilgisinin; nerede ve ne kadarıyla yetinilerek bir faaliyetin sanat olarak mı, bilim olarak mı, meslek olarak mı öğretileceğini tayin eden bir öğretme bilgisi büyük öneme sahiptir. Yani bir marangozdan çok iyi bir marangozluk öğretmeni çıkabilmişse, o kişi, çok iyi bir bilgiişlemci de olabilir isterse.

E. İLK USÜLLER

Zaten ilk ustalar… mesela mimarîde, demircilikte, hâkimlikte, hekimlikte, maliyede, idmanda, hikâyecilikte, askerlikte, emirlikte işte mesela… ilk ustalar, yani pirler; işin maksada en yakışanını ve biraz daha ileri seviye olarak ülküsünde ilkelerini tesbit edenler o mesleğin içinde bir şube kurmuş olan kişilerdir: Usülcülük ve usülcüler. Farkında mıdırlar bir şube kurduklarının? Sanmıyorum. Mesleğin künhüne özdeşliği kendi varlıklarıyla ve rüştlerini de -yapma ve çalışma ve kullanma ve öğretme yetilerinden- mesleğe vukuflarıyla kabul ettirenler zümresindedirler onlar. Onlar bir meslekte dallanmalar teklif ve tecrübe edenlerdir. Onlar mesleklerinde rükünleri koruyanlardır. İcazet makamı onlarındır.

İcra-talim birinci aşama, tarif ikinci aşama ve bahr üçüncü aşama. İşte üçüncü aşama deyince orada büyük babalar rütbesiyle karşımıza çıkan adamlar, artık bir mesleğin sadece erbabı olmaklıklarıyla tanıtılamayacak kadar engin adamlar oluyor onlar.

İlmin, irfanın, hikmetin bütünüyle kendilerinde kişileştiği adamların, bilgiyi işlemekte derli toplu birer kaidenin müellifi diye bildiğimiz adamlar olduğunu kabul etmeye eğilimliyim âcizane. Çünkü onlardan miras kalan yahut onlara atfedildiklerine kani olduğumuz eserlerin okumasına giriştiğimde gördüm ki ve o eserleri merkeze alarak yaptığım zihin idmanlarımda görmekteyim ki; insanın öğrenmesi ve öğrendiklerini öğrenmede kullanması yolu yordamı, onlarda birer açık meleke haline gelmiştir. Hazretler, teşhisinde hata etmiş olsa bile ve dolayısıyla tesbitinde hatalar var diyebilsek de; adlandırma, sınıflama, derleme-rütbeleme, karşılaştırma, eşleştirme dikkatlerini hiç zayıflatmıyorlar. Bir hazret, iki hazret, üç hazret, ilahiri… zincir ve daire dersi nihayette mesela bugün dört ana yapıcı unsuru söylüyoruz, maddelerin yapı taşı yerinde onlar vardır tasdikiyle: Hava, Ateş, Su, Toprak. Ve yine nihayette mesela bugün dört sebep söylüyoruz, olanın temelinde onlar vardır tasdikiyle: Gaye Neden, Madde Neden, Fail Neden, Suret Neden. Ve yine nihayette mesela bugün beş tümel söylüyoruz, şeyin sınıflaması için esastır tasdikiyle: Cins, Tür, Ayırım, Özellik, İlinek. Ve yine nihayette mesela bugün on delil söylüyoruz, teşhisin kıstaslarındandır tasdikiyle: Cevher, Nicelik, Nitelik, Görecelik, Zaman, Mekân, Durum, İyelik, Etkinlik, Edilginlik.

F. USÜLLERİN AVAMLAŞMASI

Newton “şeyi, onu oluşturan unsurları teşhis ederek açıklamak” gayretini “şeyi, onu zihinde canlandıran açıklama” karşısına çıkardığı andan, mesela Kopernik ve Kepler’e kadar geri giden sürede inşa edilen Modern Bilim, davacı bilim adamlarıyla kabuğunu çatlatıp-kırıp başlatılan sivil okullaşmadan aldığı ivmeyle kilise ve kral okullarına kadar yayılmasıyla, lügatçesini lisana ve şimdiki günde de dile soktu.

Mesela bugün ağızlarda sakız edinilen “bilimsel yöntem”, “deneysel yöntem” tabirlerini hatırlayınız. Ekonominin prensipleri, sosyolojiye giriş, tarih usulü gibi ders kitabı isimlerini hatırlayınız. Yöntem bilim, epistemoloji, fenomoloji, bilim felsefesi, felsefeye giriş, felsefe tarihi, bilim tarihi gibi ders isimlerini hatırlayınız. Okullu insan sayısını kat kat aşan çeşit ve adette basılmış kitapları düşünün. Üniversite adedini kat kat geçen sayıda yayınevlerini düşünün. Bütün bu saymacaya dâhil örneklerin içeriklerine ilişkin bilgiyi edinenlerin aldığı eğitim-öğretim süresinin en fazla 6 aydan 6 yıla kadar değişen takvime sığdığını düşünün. Ve bu kadarcık talimden sonra “öğretmeye” kalkışmanın vaka-yı âdîyeye düşmesini düşünün. Bugünkü günün en büyük hastalığı; “her şeyi bilmek sanısının kanıksanmasıdır”.

Yani demem o ki, bilgiyi işlemenin ve bilmenin hiçbir ehemmiyeti kalmamıştır. Sırf modern bilim, klasik bilim karşısında fetihlerine fetihler katsın hırsı yüzünden bilim, yapma bilgisi (teknik bilgiye) derekesine düşürüldü. Hatta yapma bilgisinin bile değeri kalmadı. Kullanma bilgisi yetişiyor artık. Öğrenme ve öğretme bilgisine hiç ihtiyaç yok şu anda. Çünkü öğrenmeniz ve öğrenmeyi öğrenmeniz gerekmiyor. Merak gidermek veya kullanma bilgisi için kursa gitmek kâfidir yani. Bilgiye, bilene, bilmeye değer vermek yerine “istediğim anda kitabını bulurum, olmadı internete danışırım” ukalalığıyla umursuz ve havalı takılmak, racon kesmek tercih ediliyor.

Bilim yapan var mı ya, az da olsa!? Bence hayır, bilim yapan da yok. Araştırıp karıştıran, kurcalayıp bırakan derseniz gırla gidiyor. Daha çok, birbirlerinin ne yumurtladığını bulmak yarışından ibaret bir araştırmacılıktır rastlayacağınız en iyi. Ve tabi, birbirlerini ağırlayan körler sağırlar laboratuvarının işçilerini sayarsanız, işte sayınız onları araştırmacı diye.

Ağır konuştuğumu düşünmenize hak veririm. Ama siz de bana hak verirsiniz diye ümidediyorum. Niye mi? Mesela Lavoisier’in bir kanunu vardır, hatırlayacaksınız: Doğada hiçbir şey yok olmaz, yoktan var olmaz. Mesela bu adamın ki, modern bilimciliği ne kadar yeriyor olsam ve dolayısıyla bu adamın da yergilerimden payına düşeni var iken bile o kanunun tashih edilmesi yeterlidir diye düşünüyorum. Tabi gereklidir diye düşündüğüm için bir tashih öneriyorum mesela. Ama hiçbir bilim adamı kılıklılarından bu yolda bir dertleniş göremiyoruz. O kanunun doğrusu şu olmalıydı aslında: Doğada hiçbir şey durmaz, durduk yere oluşmaz.

G. BİLGİİŞLEM UZMANLIĞI

En tembelinden en çalışkanına kadar, en önemsiz işi yapandan en önemli işi yapanına kadar, en az işi yapandan en çok işi yapanına kadar, beşikten mezara kadar herkesin; bilgi işlediğini söylemiş olduk.

Meslek, bilim, sanat; ilim, irfan, hikmet; müşteri, üretici, hizmetçi; yöneten, yönetilen; öğretmen, öğrenci; çocuk, yetişkin… herkes bilgiişlem mesaisi içindedir demiş olduk.

Dün “usülcü” olarak bildiğimiz ve bir faaliyet alanının dışında kesinlikle düşünülemeyen bir uzmanlığın işi iken, bir rütbenin sıfatı iken, bugün; bilgiişlem sanılan şey bilgiyi işlerken kullandığımız araçların kullanma bilgisi derekesine düşmüştür dedik.

Bu iki durum arasında, yani; usülcülük derecesinden harc-ı âlem derekesine düşmeden evvel, çok kısa bir süre için de olsa müstakil bir meslek olarak kendini kabul ettirme şansı belirmişti bilgiişlemciliğin. Biz bu şansı es geçmemeye dikkat çekiyoruz.

Çünkü “uyanıklık, sivri zekâlılık ve teşebbüs hırsı, kendini ispat bahaneciliği” kıyafetinde olup gerçekte, fakat “gelişme, geliştirme” emellenmesi diye pek bir güzelce ilerlemecilik zarfında yutturularak bilgiyi işlemek mesleğinin ifsad edilmesine rıza gösteremeyiz.

Çünkü “bırakınız bilgiişlem mesainizi, biz sizin yerinize hem o işi yapan hem işinizi yapan araçlar üretiyoruz” diyen yazılımcı ve bilgisayarcıların bilgiyi işlemek mesleğinden istifade etmektense “sadece akıllarına gelenle, ellerine geçirdikleriyle” arza girişip sair üretim ve hizmetleri fesada uğratmalarına rıza gösteremeyiz.

Çünkü hiç öne çıkarılmadığı halde aslında bilgiyi işlemek mesaisinin sonucu olan cihaz ve sistemlere bütün bir insanlığın “bilgiişlem gereklerinin” teslim edilmesine sessiz kalamayız. Teknolojinin bilim yerine geçmesi hatamızın sebebi burada aranmalıdır.

Bu hata zaten “bilgiyi işlemenin, bilginin sayıcalaştırmaya hapsedilmesinden” doğmuştur. Yani bilgiyi işlemenin bilgiyi sayısallaştırmaktan ibaret kalamayacağını göstermek için de gerekli ve yerinde bir tutumdur bu itirazımız.

Bilgiişlemci ne yapar da, dikkatleri onlarda toplamak önemli bulunsun? Bilgiişlemci, bilgiyi işlemek uzmanıdır. Bilgiyi işlemenin amacı; konu edinilmiş olan işin yapılmasına dair; gerekleri, gerçekleri, geçerlikleri, yerindelikleri, yeterlikleri isabetle teşhis, tesbit etmektir. Takdir, o konu edinilen işin sahibinindir. Bilgiyi işleyenin amacı; bilgiyi işlemenin amacı açıklamasında zikrettiğimiz isabet’e güven duyuracak kuvveti kazandıran adlandırmayı, sınıflamayı, derlemeyi, karşılaştırmayı, eşleştirmeyi başarıyla yapmaktır. Bu yapılanın başarısı da hiç birini eksik bırakmadan amaçların, olayların ve sonuçların, nesnelerin adlandırılması, sınıflanması, derlenmesi, karşılaştırılması, eşleştirilmesine dayalıdır.

Bilgiyi işlemeye ihtiyaç duyulan iş, bugün, dünkü günden çok çok daha girift olarak; bilgiyi işleme araçları ile işi yapma araçları birbirine karışmıştır, bilgiyi işleme bilgisi ile işi yapma bilgisinin birbirine katışmasına ilaveten. “Bu bir keçeleşmedir…” başlıklı yazımızın “o halde burada, niş bir meşguliyetin öznelliğine indirgenebilinir mukabelelere hiç mahal yoktur” cümlesinden sonraki satırları hatırlayalım burada. Aşağı yukarı şöyleydi:

“Hele ki ‘bilgiyi işlemek’ uzmanlığından ve bilişim donatımı faaliyetlerinden bahsediyoruz, o halde burada, niş bir meşguliyetin öznelliğine indirgenebilinir mukabelelere hiç mahal yoktur. Bilgiyi işlemek uzmanlığı hem bizatihi enformatik ve sistematik öğrenimini hem de ‘eskimeyen mesleklerden’ birkaçının erbabı olmayı gerektirir. Aynı sıra bir faaliyetin-mesleğin girişim, düzen, kurulum ve işleyişine hizmetini satan bilgiişlem uzmanı, o alanın usül ve teamülüne vukuf kazanmış olmalıdır. Üçüncü olarak, yenide, yani bugünün gereçleri dolayımında bilgiyi işlemek malzemelerinden ne varsa, bilgiişlemci bunların eskisine ve günceline ilişkin malumat sahibi olmalıdır. Dördüncü olarak, bilgiişlemci, hizmetini sattığı alanın bilgisayarlaştırılmasını/sayısallaştırılmasını bilen kişidir. Şu dört fasılda yetkin bir bilgiişlem uzmanı, belirttiğimiz formasyonu gereği, multi disipliner bir adam demek oluyorken, ‘olması gerekeni kazandırmayı’ irade eden üçüncü taraftan kim olsa kaale alması beklenir bir kişidir. Çoğu zaman da bir tane bilgiişlemciden satın alınan hizmet, ya tecrübesizliği yahut takvime yetişemezliği dolayısıyla eksik kalacaktır. Haliyle bilgiişlemcilerden oluşan bir ekibin yeteneği sayesinde o eksiklik bertaraf edilebilir ancak. Bu durum da gösterir ki, bilgiişlemci istişareye, iştirake açık ve o yolda kültür edinmiş kişi demek olur.”

Olması gerekeni kazandırmak/kazanmak… bu yaklaşım, işveren için stratejik bir hedeftir. Bilgiişlemci için ise taktik bir hedeftir. Yani bilgiişlemci ahlâkîlik, hukukîlik, yasallıkla ilgilenmez. Bu kavramlara ilgisi ancak kimliği dolayısıyladır. Ama hizmetini kullandırdığı faaliyet veya işveren o kavramlara hangi şekilde bağlı ise o bağ, bilgiişlemciyi de ancak o kadar ilgilendirir. Bilgiyi işlemekten beklenen fayda yapma bilgisini işleten adama aittir yani. Zaten bir yasanın, yönetmeliğin, tarifenin, talimatnamenin, planın, projenin, otomasyonun, yazılımın, sistemin bilgiişlemcilerden hizmet alınmaksızın telif edilemeyeceğini bu sayede söyleyebilmekteyiz.

“İnsanın ilk işi bilgisini işlemektir” başlıklı işbu seminerimizi, “bilgiişlem ilmihali kitabımızın birinci cildinden” şu alıntıyla bitirebiliriz:

“Bilginin işlenmesinden söz edenler sadece; bir mesleği inşa edenler, planlamacılar, maslahatgüzarlar, tahlilciler, eğitimciler ve bu işlerle uğraşanlarla teşrik-i mesaisi olanlardır. Bu sıfatları taşıyan insanlar sayesinde meşguliyetlerini devam ettiren kişiler ise bilgilerimi işliyorum demezler. Onlar; kaydediyorum, rapor alıyorum falan diye konuşurlar.”

%d blogcu bunu beğendi: